20 Temmuz 2010 Salı

Türk Hava Kuvvetleri’nin staj alanı: Kürt isyanları -Ayşe Hür

“Onur Öymen’in Dersim gafına tepkiler sürüyor. Ben de Kürt Meselesi’nin tarihini yazmaya devam ediyorum. 24/25 Eylül 2009 gecesi SHOW TV’de yayınlanan Siyaset Meydanı programında, Türk Hava Kuvvetleri’nin 1930’daki Ağrı Kürt İsyanı’nın bastırılmasında önemli rolü olduğunu söylediğimde, salondaki üniversite öğrencilerinden biri, o günlerde Türk Hava Kuvvetleri’nin uçak sayısının çok az olduğunu, mevcut uçakların ‘pırpır’ tabir edilebilecek nitelikte uçaklar olduğunu, hele bombardıman yapma kabiliyetlerinin olmadığını söyleyerek, beni yalanmaya çalışmıştı. Aslında söylemek istediğim, Türk Hava Kuvvetleri’nin (ve genel olarak TSK’nin) stajını ne yazık ki kendi halkına karşı harekâtlarda yaptığıydı. Bunca tecrübeye rağmen nasıl olup da 1974 Kıbrıs Harekâtı’nda düşman gemisi sanıp Kocatepe Muhribi’ni batırdıklarına değinmemiştim bile. Ancak o gece, esas konudan uzaklaşmamak için, o tarihte Türk Hava Kuvvetleri’nin yaklaşık 300 uçağa sahip olduğunu, Ağrı’daki harekâtlara yaklaşık 60 uçağın katıldığını söylemekle yetinmiştim. Tartışmayı sürdürmeyişim, Ekşisözlük gibi sitelerde eleştiri konusu olmuştu. Bu hafta, o gece söyleyemediklerimi anlatmak istiyorum.”


***

Osmanlı Dönemi’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne kalan uçak sayısının 100 civarında olduğu sanılıyor. Bunların ne kadarının kullanılabilir olduğu bilinmiyor ama 1925 yılında, Mardin, Erzurum ve Diyarbakır havaalanlarında yaklaşık 50 kadar askerî uçak bulunuyordu. 13 Şubat 1925’te patlak veren Şeyh Said isyanı bastırmak için, THK’nın uçakları da seferber edilmişti. Bu müdahalede kaç uçak kullanıldığına dair Türk arşiv belgelerine ulaşmak, malum nedenlerle henüz mümkün değil, ancak Robert W. Olson’un incelediği 27 Nisan 1925 tarihli bir İngiliz istihbarat belgesine göre, Mardin’de bulunan yedi veya sekiz uçaklık filodan sadece iki uçak çalışır durumdaydı. Fransızların 1921’de geri çekilirken bıraktıkları dört uçakla birlikte Mardin’de müdahaleye hazır sadece dört uçak vardı. Yakıtları trenle İstanbul’dan getirilen bu uçaklar günde iki kez uçuyor ve isyan bölgesini bombalıyorlar; olası bir sabotajdan korunmak için de Mardin’e gece dönüyorlardı. Aynı rapora göre, pilotlardan üçü daha önce Almanlarca eğitilmiş Osmanlı ordusundan gelen asker, diğer üçü ise sivil pilotlardı.


Britanya ile işbirliği

Türk Hava Kuvvetleri’nin isyanı bastırmakta yetersiz olduğunun açıkça görülmesi üzerine Ankara Hükümeti bu konuda adım atması gerektiğini anlamıştı. Bu iş için seçilen ortak çok ilginçti. 5 Haziran 1925 tarihinde Britanya İmparatorluğu ve Türkiye arasında imzalanan bir antlaşma uyarınca, İstanbul’daki İngiliz Askerî Ataşesi Binbaşı R. E. Harene ile İtalyan Ataşesi Deniz Yarbayı Neyroni’den oluşan bir ekip Türk Hava Kuvvetleri’ni yetkinleştirmek için bir dizi rapor hazırlamışlardı. (Resmi tarihe göre Şeyh Said İsyanı’nın arkasında Britanya’nın olduğu söylendiği halde, Türkiye’nin isyan sürerken, Türk Hava Kuvvetleri’ni geliştirmek için Britanya ile askerî işbirliği yapmasının ne anlama geldiğinin yorumunu okurlara bırakıyorum.)

Söz konusu rapora göre 1926 sonu itibariyle Türk Hava Kuvvetleri’nin elinde 153 savaş uçağı vardı. Bunlardan 77’si (20 Bréguet, 10 Junkers, 30 Caudron, 17 Savois markalı) 1925 yılında satın alınmıştı. Ayrıca Osmanlı’dan kalma faal 10 savaş uçağı vardı. Geri kalan uçaklar kullanıma uygun değildi.

Türk Hava Kuvvetleri’nin uçakları ilk olarak 1927 yılı sonbaharında, Şeyh Said’in kardeşi Şeyh Abdürrahim’in güçlerine karşı kullanıldı. Bir Fransız istihbarat raporuna göre, Palu ve Malatya’dan kalkan uçaklarla, Diyarbakır’a götürülmek üzere 25 Ekim 1927’de trenlerle Mardin’e getirilen beş uçak isyancıları bombalamıştı. Rapora göre, bölgede 24 uçak müdahaleye hazır bekliyordu.


Çelik kartallar Ağrı’da

Türk Hava Kuvvetleri uçakları esas olarak 1927-1930 arasında birkaç fasılada gerçekleşen Ağrı Kürt İsyanı sırasında kullanıldı. Bu dönemde kullanılan uçak sayısı konusunda resmi bilgi yok. Ancak 27 Ocak 1928 tarihli bir Fransız istihbarat raporuna göre, o sırada Türk Hava Kuvvetleri’nin elinde 200 kadar uçak vardı. (Örneğin 1928’te 45 adet Bréguet 19.7.A2 alınmıştı.) Robert Olson’a göre sayı 1930 sonlarında 300’e ulaşmış, bunlardan 60 kadarı Ağrı’da kullanılmıştı. Araştırmacı Emin Karaca’ya göre ise Ağrı’da kullanılan uçak sayısı 80 civarındaydı.

Ağrı’daki Kürt kuvvetlerinin kumandanı İhsan Nuri Bey’in hatıralarında bu uçakların nasıl moral bozduğunu okuyabiliriz. İhsan Nuri’ye göre 1927 yılı sonbaharında İran sınırından iki kilometre içerde olan Kürdova köyüne yapılan bombardımanı diğerleri izlemiş, 1930 sonbaharına kadar onlarca köy ve mezra imha edilmiş, binlerce Kürt öldürülmüştü.


Düşürülen uçaklar

Bu uçakların Türk tarafına verdiği güven ve gururu ise Temmuz-Ekim 1930 arasındaki Oramar Harekâtı sırasında gazetelerde çıkan haberlerde okuyoruz. Örneğin 13 Temmuz 1930 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki habere göre “10-15 tayyareden mürekkep muhtelif filolar, ağır bombardıman bombaları ile hücum etmişler, büyük telefat veren şakileri şaşkın ve yılgın bir hale getirmişlerdir.” Muhabir Yusuf Mazhar Bey, 16 Temmuz’daki haberinde şöyle devam eder: “Ben böyle zabitlere malik olduğum için bahtiyarım. Arkadaşlarım asiler üzerine öyle kahramanca ve müthiş akınlar yaptılar ki bu ateşli harekâtı tasvir edebilmek bile pek güçtü. Şakilerin üzerine dört beş metreye kadar inerek onları mitralyöz ateşleri içinde mahvettiler.” Yazara göre, ‘çelik kartallarımız’ın yaptığı ‘bilafasıla’ (aralıksız) bombardıman sonucu (uçaklar yangın bombaları da atıyordu) Kürt isyancılar tamamen ezilmişti. Zilan Deresi, ağzına kadar ceset dolmuştu. Zilan’da imha edilenlerin sayısı 15 bin kadardı. Harekât sırasında sekiz uçak düşürülmüş ve isyancıların eline sağ geçen iki pilotun gözleri oyulmuş, burunları kesilmiş, sonra da öldürülmüşlerdi. Kürt kaynaklarına göreyse düşürülen uçak sayısı 12’ydi ve pilotların öldürülmesinden onlar da söz ediyordu.


Ebabil Kuşları

Cumhuriyet’in 23 temmuz tarihli sayısında uçaklar, ‘Ebabil Kuşları gibi’ Kürtlere saldırıyordu. (Ebabil Kuşları, 570 veya 571 yılında Mekke’ye saldıran Yemen Valisi Ebrehe’nin ordusunu yok eden efsanevi kuşlardı.) Aynı günlerde gazetelerde bölgede 60 uçağın kalkış ve inişine elverişli bir havaalanı inşa edildiği haberleri çıktı. Bu haberle birlikte Türkiye ile İran savaşın eşiğine gelmişlerdi. Sonuçta, İran’ın desteği sağlandı, karacısıyla, havacısıyla Türk ordusu, Kürt isyancıları yendi.


Dersim’de birAtatürk kızı: Sabiha Gökçen

1937-1938’deki iki aşamalı Dersim Harekâtı’na Diyarbakır’dan havalanan, 16 ila18 adet Bréuget markalı uçak katılmıştı. (1934’te hizmete girenlerle sayıları 70’e ulaşan Bréguetler 1938’den itibaren Vulteeler ile değiştirileceklerdi.)Harekâta katılanlardan biri, ‘Türkiye’nin ilk kadın pilotu’, ‘ilk askerî kadın pilotu’, ‘savaşa katılan ilk kadın pilotu’ unvanlı Sabiha Gökçen’di. Bu konuda kapsamlı bir makale yazan Ayşe Gül Altınay’ın (ki Gökçen’le ilgili bilgileri, kaynakçada künyesini verdiğim bu makaleden derledim) Sabiha Gökçen’in hatıratından aktardığına göre, 1913’te Bursa’da doğan, anne babasını küçük yaşta kaybeden ve ağabeyi ile yaşayan küçük Sabiha’nın hayatı, 1925’te Mustafa Kemal’in Bursa’yı ziyareti sırasında kökünden değişmişti. Koruma duvarını bir şekilde aşarak, okuma isteğini kendisine ileten Sabiha’nın azminden çok etkilenen Mustafa Kemal, ağabeyinden izin alarak Sabiha’yı evlat edinmişti. Bir süre Arnavutköy Kız Koleji’nde, bir süre Üsküdar Kız Lisesi’nde okuyan Sabiha, sağlığı elvermediği için eğitimine ara vermiş, Heybeliada’da ve Viyana’da bir süre tedavi gördükten sonra Paris’e gitmiş; ancak hem memleket, hem de Paşa’nın hasretine dayanamayarak, tedavisi biter bitmez Türkiye’ye dönmüştü.


Soyadını Atatürk veriyor

1934’te Soyadı Kanunu çıkınca, Mustafa Kemal kendisine Gökçen soyadını vermişti. Belki de bu soyadının etkisiyle, o güne kadar havacılıkla hiç ilgilenmezken, Mayıs 1935’te yeni kurulan Türk Kuşu’nun açılış töreninde Rus öğretmenlerin planörleriyle yaptıkları gösterilerden çok etkilenmiş ve kendisinin de denemek istediğini söylemişti. Atatürk’ün bu isteğe yanıtı şöyle olmuştu: “Cesaretini beğendim (...) Gökçen soyadına havacılık çok yakışır doğrusu.”

Paraşütle başlayıp uçaklarla havacılığa devam edecek olan Sabiha Gökçen için artık ‘istikbal göklerde’ idi. Birkaç ay içinde Türk Kuşu’ndaki eğitimini tamamlayan Gökçen, yedi erkek öğrenciyle birlikte Rusya’ya planör öğretmenliği eğitimi almaya gönderildi. Odessa’da planör öğretmenliği diploması alan Gökçen, Ankara’ya dönüşünde Eskişehir Askerî Tayyare Okulu’ndan getirilen motorlu bir uçakla eğitimine devam etti. Motorlu uçakla ilk kez tek başına uçuşundan sonra Atatürk kendisiyle ilgili planlarını şöyle açıkladı: “Teşekkür ederim Gökçen (...) Beni çok mutlu ettin. Şimdi artık senin için planladığım şeyi açıklayabilirim (...) Belki de dünyada ilk askerî kadın pilot olacaksın. Bir Türk kızının dünyadaki ilk askerî kadın pilot olması ne iftihar edici bir olaydır tahmin ediyorsun değil mi? Şimdi derhal harekete geçerek seni Eskişehir Askerî Tayyare Okulu’na göndereceğim. Orada özel bir eğitim göreceksin.”


Dersim gönüllüsü

Bu eğitim gerçekten özel bir eğitimdi, çünkü okuldaki tek kadın Sabiha Gökçen’di. Ona eşlik eden ilkokul öğretmeni Nüveyre (Uyguç) Hanım’la birlikte Eskişehir’de iki yıl eğitim gören Sabiha Gökçen, hatıratına bakılırsa, Atatürk’ü bizzat ikna ederek, kendi isteğiyle Dersim Harekâtı’na katıldı.

1937 yılı ilkbaharında bir ay boyunca “bir gün rasıt (gözleyici) bir gün pilot olarak” çok sayıda uçuş yapan Gökçen, anılarında Dersim harekâtının nedenleri ve sonuçları üzerinde durmaz. O, bu harekâta ülkesinin kendisine “verdiği görevi yerine getirmek” üzere katılmıştır.

Dersim Harekâtı sonrası Sabiha Gökçen bir ulusal kahramandır. Onu ilk kutlayanlar Başbakan İsmet İnönü ve Cumhurbaşkanı Atatürk’tür. Atatürk “Seninle iftihar ediyorum Gökçen! Yalnız ben değil, bu olayı çok yakından izleyen bütün bir Türk ulusu iftihar ediyor... Genç kızlarımızın neler yapabileceklerini bir kez daha bütün dünyaya ispat ettiğin için övünsen yeridir... Biz asker bir ulusuz. Yedisinden yetmişine, kadınından erkeğine asker yaratılmış bir ulusuz... Ancak bizim askerlik anlayışımız asla emperyalist düşüncenin yarattığı bir anlayış değildir... Barış amacı ile asker olan bir ulusun dünyadaki yeri barış bayrağının yanıdır” demişti.


Anlamlı suskunluk

Sabiha Gökçen’e 28 Mayıs 1937 tarihinde, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı dahil olmak üzere üç yüzden fazla davetlinin katıldığı bir törenle Türk Hava Kurumu’nun Murassa (=değerli taşlarla bezenmiş) Madalyası verilecektir. Ancak ortada garip bir durum vardır. Sabiha Gökçen’in neden ulusal bir kahraman olduğu konusunda çarpıcı bir suskunluk vardır. Çünkü Dersim harekâtı kamuoyundan gizli tutulmuştur. Nitekim Havacılık ve Spor dergisine göre Sabiha Gökçen bu madalyayı “gerek kurslarda, gerek Türk hava ordusu mektep ve kıt’alarında büyük muvaffakıyetler [gösterdiği] ve son atışlı tatbikatta kahramanca hizmet” ettiği için almıştır. Gökçen’i ateşli bir şekilde tebrik eden gazete yazarları ve hatta madalyayı sunan Türk Hava Kurumu Başkanı Fuat Bulca’nın açıklaması da şöyledir: “Türk Hava Kurumunun madalya nizamnamesi (hayatını istihkâr edecek derecede fedakârlık gösteren uçmanlara) madalya verilmesini kaydeder. Bunun için hava ordusu kıtalarından parlak notlar alan ve Genelkurmay Başkanı Sayın Mareşalin takdirlerini kazanan yiğit Gökçeni, Türk Hava kurumu murassa madalya ile taltife karar vermiştir.” Gökçen’in yaptığı teşekkür konuşmasında da Dersim’in adı geçmez, ancak Mareşal Çakmak’a özel bir teşekkür vardır.


Kemalist klişe: Feodaliteyi tasfiye

Dersim Harekâtı ve Gökçen’in buradaki başarıları üzerine suskunluk İsmet İnönü’nün TBMM’nde bu konuda yaptığı konuşmanın ardından bozulur. 15 Haziran 1937 gününden başlayarak gazeteler Dersim üzerine haberler yayımlamaya başlar. Aynı gün Tan gazetesinde çıkan bir yazı gazetelerde o güne kadar uygulanan (oto)sansürü açıklamaya çalışır: “Birkaç gün evvel ilk kadın tayyarecimiz Sabiha Gökçene murassa bir madalya verildiği yazıldığı zaman uçuş tatbikatındaki hizmetlerinden bahsedilmişti. Bu hizmetlerin mahiyeti sarahatle (açıklıkla) ortaya konulmamıştı. Buna da sebep şu idi: Feodalizmin son döküntülerinin tasfiyesi için alınan esaslı tedbirlerin tarihi bir ehemmiyeti vardır. Bunların millete ve dünyaya etraflı bir suretle bildirilmesi, İsmet İnönü’nün büyük nutkuna bırakılmıştı.”

Sabiha Gökçen anılarında Tunceli değil de Dersim adını kullanır ancak bu anlatıda ne bombalar vardır, ne ölen, yaralanan, göçe zorlanan insanlar, ne de Dersim Harekâtı’nın içeriğine dair herhangi bir bilgi. Gökçen’in Dersim’deki rolüyle ilgili olarak, ancak 1972 yılında Genelkurmay Başkanlığı tarafından yayımlanan Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar (1924-1938) adlı kitapta birkaç satır okumak mümkün olur: “Bu arada Demenanlı aşiret reisleri nezdinde toplantı halinde bulunan diğer aşiret reislerinin, havadan bombardıman edilmek suretiyle toplantıyı dağıtmak ve aşiretler üzerinde moral kırıcı bir etki sağlamak lüzumu üzerine Tayyare Alay Komutanı komutasında 15 uçaklı bir filo, Kırklar dağı-Darboğaz dere yolu-Zel Dağı-Kırmızı ve Kosur dağları kuzeyindeki Keçizeken (Yukarı Bor) köyünü havadan bombaladı. Bu hava taarruzunda özellikle Sabiha Gökçen hanımın attığı 50 kiloluk bir bomba Keçizeken köyünden kuzeye doğru kaçan asi grubuna oldukça ağır zayiat verdirdiği yapılan gözetlemeden anlaşılıyordu” (s. 377)


‘Üç maymunlar’

Bu açıklamaya rağmen, Sabiha Gökçen, 28 Haziran 1987’de Nokta dergisinden Hıdır Göktaş’a verdiği röportajda harekât sırasında halktan ölenler olup olmadığı sorusunu da şöyle yanıt verecektir: “Yoktu. Keşif yapılıyordu, ordunun da istihbaratı vardı. Biliniyordu bu kötü kişilerin nerede olduğu. Çoluk çocuk olan yerleri doğrudan tahrip etmek insanlık dışı olurdu. Böyle bir şey olmamıştır.”
O sırada, 19. Piyade Alayı’nda stajyer olarak görev yaparken Dersim’e gönderilen, geleceğin Hava Kuvvetleri Komutanı ve Kontenjan Senatörü, 12 Mart Muhtırası’nın imzacılarından Muhsin Batur yıllar sonra verdiği bir mülakatında okuyucularından özür dileyerek yaşantısının bu bölümünü anlatmaktan kaçınacağını söyler. Bunun nedeni sorulduğunda, Dersim’de tanık olduğu şeylerin bir devlet sırrı olarak kendisinde kalacağını, ancak o dönemde o yörede tanık olduğu ‘şeylerin’ günümüzde de yapılan ve karşısında olduğu ‘şeyler’ olduğunu söyleyerek sözlerini noktalar.

Sabiha Gökçen’in suskunlukla geçiştirdiği, Muhsin Batur’un anlatmaya dilinin varmadığı şeyleri artık konuşuyoruz. Bu konuşmanın, bir çeşit ‘katharsis’ (geçici, yüzeysel rahatlama) seansına dönüşmemesini, aksine kapsamlı bir tarih eleştirisinin ve kapsamlı bir telafi yaklaşımının ilk adımı olmasını dileyelim.

Kaynakça: Robert Olson, “The Kurdish Rebellions of Sheikh Said (1925), Mt. Ararat (1930), and Dersim (1937-38): Their Impact on the Development of the Turkish Air Force”, Welt Das Islams, Vol. 40, Number 1, March 200, s. 67-94; İhsan Nuri Paşa, Ağrı Dağı İsyanı, Med Yayınları, 1992; Emin Karaca, Ağrı Eteklerindeki Ateş, Alan Yayıncılık, 1991; Faik Bulut, Dar Üçgende Üç İsyan, Belge Yayınları, 1992; Ayşe Gül Altınay, “Ordu-Millet-Kadınlar: Dünyanın İlk Kadın Savaş Pilotu Sabiha Gökçen”, Vatan Millet Kadınlar (Derleyen Ayşe Gül Altınay), İletişim Yayınları, 2000, s. 246-279; Halit Kıvanç, Bulutlarla Yarışan Kadın: Halit Kıvanç, Sabiha Gökçen’le Söyleşiyor, YKY-THY ortak yayını, 1998; Sabiha Gökçen, Atatürk’ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti, (Anıları kaleme alan Oktay Verel) Türk Hava Kurumu Yayınları II, Evrim Matbaası, İstanbul 1982.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder