11 Temmuz 2010 Pazar

Öcalan’ın Dinlere yaklaşımı

Her insan özünde bir gerçeğin temsilcisidir. Tarihin belkide ilk tanıdığı, insanlık soyunun en erkenden gelişme yoluna girdiği soy, klan, kabile aşıret, milliyet, din, mezhep, sınıflaşma, hukuk, siyaset, askerlik, kültürün en temel ögelerinin gelişimi, sanatın temelleri denilebilir ki bu topraklarda oluşmaya başlamış. Örnek kabilinden o bilinen en eski, „Gılgamış destanı“yla başlar ve günümüze PKK’ye kadar gelir ulaşır.


Bu kadar zengin bir insani oluşumu, insanlığın en yitirildiği en fakir, en tanınmaz hale geldiği bir ortamda derin bir şekilde düşünmemek, düşünüp de bazı sonuçlara ulaşmamak mümkün değildir.

Kürdistan coğrafyasının, insanlığın insan olmaya başladığı ve çok ilkel, klan-kabile toplumsal biçimlenişine geçtiği, yine belli başlı alt-üst toplumsal yapısal oluşumların, dinlerin ve en eski kitapların, sanatın, en eski kuralları, ırkın en eski kuralları, yine siyaset ve askerliğin en eski kuralları biçiminde ilk ifadelerine de kavuştukları bir yer oldukları bilimsel bir gerçekliktir.

Toplum olarak büyük bir çelişkiyiz. PKK olayı zaten bu çelişkinin açığa çıkarılması ve mümkünse çözümünün ifadesi olmaya çalışmaktı; tarihsel planda esas tanımı budur. Kendini bulan insan, kendini yaratan insanı bu coğrafyada, bu topraklarda bulmak istiyoruz.
Çesitli Konulardaki
Görüşleri




Bu işin en sorumlu kişisi olarak, bu tarihi gerçekliğe parmak basarken, bu topraklardaki insanın en aşağılık, en hain, en düşkün, en serseri, en yüzeysel, en kandırmacı, soyunu ve her şeyini kurutan düşmanına en kötü alet olan, bir hiç karşılığında kendini satan, hatta kendini satmayı bir adam olma olarak bilen bir gerçeklikle karşı karşıya olduğumuzu bilerek mücadele yürütüyoruz.

Herkesin bir savaş gerekçesi vardır. Bizim de savaş gerekçemiz, insanlığın ilk yaşamaya başladığı zengin uygarlıkların yaşandığı bir toprakta ,-sen nasıl insanlıktan çıktın, bu kadar gelişim ve büyüklük karşısında- bunu soruyoruz.

Tufanla her şey bittiğinde ,Nuh’un gemisi Cudi Dağı’nda oturdu denilir, olmadıysa ,Ağrı Dağı’nda denilir. Cudi-Ağrı arası Kürdistan’ın ta kendisidir. Eğer yeniden imkan yaratıldıysa, yine bu coğrafyada oluşuyor.
Bir sefer tükendi, peki ikinci yaratılıştan sonra niye bu hale geldin? Anlamamak gözgöre göre tükenişi, onun her türlü aşağılık biçimlenişini, en kötüsü de düşmanca olanını ve hatta ondan da daha kötüsü bir hiç karşılığında kendini düşmana malzeme edip, hem de iyi niyet ve saflıkla yapanı görüp de üzerine gitmemek, en büyük namertlik oluyor. Aptallığın sınırında gezenler, en basit kimliğine doğru sahip çıkmanın gereklerini yetine getirmeyenler, bizim nazarımızda suçludur.

Dinler tarihine göre uluslar tarihine göre, kültür ve sanat tarihine göre toplum olarak içinde bulunduğumuz durum büyük sorgulamalar gerektirir. Eğer „ben bir din mensubuyum“ deniliyorsa, onun ölçülerine göre yargılanması gerekir. Bir sosyal sınıfsal gerçeğe mensup ise onun ölçülerine göre yargılanması gerekir. „Bir siyasal partiliyim“ diyorsa, o partinin gereklerine göre yargılanacak, her hangi bir etkinlik içinde ise (bir sanat etkinliğinde, bir ekonomik etkinlikte ise bile) orada da, o işin kurallarına göre sorgulanması gerekecek.

Ve bütün bu hususlarda sorgulanmalar gerçekleştiğinde, kendisini namusuyla savunacak insanın çok az olduğu görülecektir. Ama mutlaka sorgulanmaları gerekir. Gelenler herşeyden önce geldikleri ocağın ne anlama geldiğini çözebilme dürüstlüğünü bilmelidirler. Düzenin hiçbir küfrü, köreltmesi bizim yakıcı gerçekliğimizi görmemeye bahane olarak ileri sürülemez. Yine tükeniş çizgisinde seyretmenin, başarısızlığı bir yaşam alışkanlığı haline getirmenin, yeterli düşünmemenin, yeterli davranmamanın hiç kimse için haklı bir gerekçesi olamaz

PKK‘nin bu anlamda büyük bir sorgulama hareketi olduğu ve çok trajik de olsa, kendi içinden başlayarak, dalga dalga tüm toplumsal gözeneklere kadar yargılama ve netleştirme hareketi olduğu rahatlıkla söylenebilir. O halde, „ben varım, bu coğrafyayla ve bu topraklarla ilgiliyim“ diyen kim olursa olsun artık bu yakıcı gerçeklikten, sorgulamadan kendini sıyıramayacağı, dünyanın en kuzey kutbuna kendini atmış olsa da yine bunun etkisinden kendini kurtaramayacağı oldukça açığa çıkmış bulunmaktadır. PKK birazda bu anlamda büyük bir açığa çıkartma hareketidir. PKK öncülüğünde yürütülen savaşa ulusal kurtuluş savaşı diyoruz. Nedir bu?
Bu, coğrafyaya soylar, milliyetler temelinde bir yaklaşım özelliğine sahip olmaktır. Çokça anlaşıldığı üzere, yalnız soy, milliyet yaklaşımını da aşan, çeşitli soy ve milliyetlerin de bu coğrafyadaki gerçekliğine sahiplenmektedir. Bu bir bakış açısıdır.

İnançların ve uygarlığın kaynağı Kürdistan’dir!

Kürdistani dinler tarihi açısından ele alırsak, kendine göre bir doğal dine en köklü beşiklik etmiş olduğunu görürüz. Zerdüştlük, bir çok dinin oluşumuna kaynaklık etmiş bir dinsel kaynaktır. Tek tanrılı dinlerin gelişmesinde bu coğrafya, bu topraklar kaynaklık etmeye çok yatkındır. Peygamber kültünün yaygın bir şekilde burada çıktğını söylemek, mübalağa değildir. Peygamberlik tek tanrılı dinin oluşumların gerçekliğiyle de sıkı sıkıya bağlantılıdır. Tanıdığımız en eski peygamberler; bir İbrahim, halen Urfa’da anılır. Urfa ziyaretgahı vardır. Bu bir peygamberler kaynağıdır ve bilinen bir çok peygamber ondan türer. Daha da eskisi bir Nuh geleneği vardır. Nuh’un da (kitaplarda belirtildiği üzere) konduğu yer Cudi-Ağrı arasıdır; Mezopotamya oluyor. Ve bu peygamber kaynağının bu topraklar olduğunu gösteriyor. Zerdüştlük de görüldüğü üzere burada kaynaklanmıştır. Ve bunlar değişiktir, dini gerçekliğin en kapsamlı oluşumlarıdır. Zerdüştlük ta Hindistan’a, Çin’e gider, etki alanlarını genişletir. Tek tanrılı, bütün o çok tanrılı dinlerin put sistemini yıkarak, dünyanın her tarafına yayılır, egemen dinler haline gelirler. Kaynak, demek ki Mezopotamya ve bir o kadar da Kürdistan coğrafyasıdır.

Diğer temel toplumsal katagoriler açısından da burası aynı anlama sahiptir. Hamurabbi‘nin ilk hukuk kanunlarını burada dizdiğini bilmekteyiz. Burası Mezopotamya’dır. İlk destan Gılgamış’la adlandırılır. Onun da geliştiği; saha burasıdır. Askerlik tanımının bütün hususları; ordulaşma, savaş gerçekliği binlerce yıl sanatıyla, taktiğiyle, teorosiyle buradan beslendi.

Politikanın esas kaynağı yine burada bulunuyor. Politik ilk devletleri, onun sistemleri Sümerler’in uygulamalarıyla başlar, Babil‘de zirveye ulaşır ve buradan dünyaya yaylır. Daha sonra Mısır,Yunan, Roma ve Roma’yla birlikte bütün dünyaya yayılmaya buradan başlıyor. Uygarlığın diğer gelişim evreleri „burda kaynağını buluyor“ derken, doğru ve bilimsel olanı söylüyoruz.
Tekrar dini gerçekliğe gelirsek, bu topraklar ne anlam ifade ediyor? Görüldüğü üzere insanlık tarihiyle birlikte dinin gelişimi çok somuttur. Din ve insan diye bir kavram bağlantısı ortaya koyduğumuzda, insan türünün oluşmasını çok sıkı bir dini kavramla içiçe olduğunu iyi biliyoruz. İnsan oluşumu biraz dinseldir. Nedir dinsellik? Onun oluşan bilinci, bilinciyle birlikte oluşan duyarlılığı ve ruhu evren ve doğa karşısında o kadar yeni, o kadar ürperti halinde, o kadar tehlikelerle karşı karşıya, o kadar hayretler içindedir ki, adına daha sonra din dediğimiz bir bağla kendisini tutmak ister. Olmazsa olmaz kabilinden bir bağdır bu. Başka türlü dünyaya bakamaz, kendini savunamaz, ayakta tutamaz. Bu anlamda dinin ne kadar bilimsel olup olmadığını tartışmanın hiçbir anlamı yok. Günümüzde bile insanın ne kadar bilimsel olduğu tartışma götürüyor. İnançla doğup beslenen insanın, inançla belki de sonuçlanması kaçınılmazdır. Bir şeylere inanırsa yaşayabilir. Eskiden buna, genelde dinler denilirdi. Din biçim değiştirir, başka bir inanç konusuyla beslenir insan. Yani daha değişik inançlarla beslenir. Başka bir şey insan türünün yürümesini, yaşamasını sağlayamaz. Tekniğin insafına bıraksak sadece yutulur. Yine sadece bilimsel doğrularla oluşturmaya çalışırsak, yine boğulur. Dolayısıyla uyanan ruh, sonuca doğru giderken kendisini hep biraz inançlı görmek isteyecektir. Bilinçle inançlılık iç içedir. Bir çelişkidir, ancak birbirini beslerler. Burada, insanın ilk oluşumunun dini yönünün ağır bastığını, bilinç yönünün sınınrlı olduğnu, yaratılış destanının bir dini destan olmaktan kurtulamaya cağını görmek gerekir. Bunu böyle anlamak insan gerçeğine daha yakındır. Bilimle izah edilmeye kalkıldığında sonuca varılamaz. Kendi içinde bir anlamı olabilir. O dönemin yaşam biçimidir, öyle bir sembole bağlanmış, o sembolle yaşamayı irtibatlandırmıştır. Neden ona bağlandı demek fazla anlamlı olmaz. O dönem için öyle gerekliydi veya belkide onunla bir adım atacaktı ve böylece atmış oldu. En genel anlamıyla bu toprakların dinsel gerçekilkle bağı böyle değerlendirilebilir. Bütün çok tanrılı dinlerin kaynağı, hatta ne kadar ilkel klan-kabile, aşiret varsa o kadar din ve hatta o kadar dil gelişiyor. Esas itibarıyla dillerin de kaynağıın burası olduğunu bilim tesbit edebilecek durumdadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder